Herkese tekrar merhaba. Roma
gezisinin son bölümü ile karşınızdayım. Haydi başlıyoruz.
Roma gezimizin 4. Gününü Coloseum
ve çevresine ayırdık. Ancak oraya gelene kadar herkes tarafından fazlaca
bilinmeyen birkaç farklı yere daha uğradık. Otelden çıkıp yürüyerek Santa Maria
Maggiore kilisesine vardık. Bu büyük kilisenin tavan süslemesinde kullanılan
altınların Marco Polo tarafından Amerika’dan getirildiği söylenmekteymiş. Bu
kilisede dikkatimi çeken şey günah çıkarma odalarının sayısıydı. Hemen her
kilisede gördüğümüz günah çıkarma kabinlerinde günah çıkaran insanlara ve
içinde bir papazın oturduğuna daha önce hiç şahit olmamıştım. Bu kilisede
yaklaşık 10 tane günah çıkarma odası vardı ve yarı yarıya doluydu. Üstelik
kabinin meşgul olup olmadığına dair bir kırmızı ışık yanıyordu her kabinin
tepesinde. Aynı zamanda kabinlerde her dilde günah çıkarma imkanı tanınmış ve
bunu kabinlerin üzerine “bu kabinde İtalyanca, İngilizce/bu kabinde İspanyolca
günah çıkarılır” yazan panolarda vardı.
Bu kiliseden çıkınca şiddetli
yağmurun azizliğine uğradık ve yürüyerek planladığımız San Giovanni in Laterano
kilisesine şans eseri önümüze çıkan bir otobüse binerek ulaştık. Otobüs bizi
kilisenin hemen önüne bırakmıştı. Bu kilise de en az Santa Maria Maggiore kadar
ihtişamlı ve büyüktü. Bu heybetli kiliseden çıkınca yağmurun dinip güneşin
yüzünü gösterdiğini fark ediyoruz.
İstikamet nihayet Colosseum.
Milattan önce inşa edilen ve dünyanın 7 harikasından biri olan Colosseum’a
girmek içimizden gelmedi. Yüzyıllar önce
inşa edildiği, içinde ne kanlı mücadelerin geçtiği, gladyatörlerin kanlarının
aktığı düşünülünce içeriye girmemek olmaz diye düşünülüyor aslında. Ancak o
ruhu hissetmek ve havayı solumak isteyenler için uygun sanırım ama içimden bu
tarihi kalıntıları gezmek için para vermek gelmedi doğrusu. Ancak çevresi bile
insanı büyülüyor, söylemeden edemeyeceğim.
Roma forumuna da dışarıdan şöyle
bir bakıp bol bol fotoğraf çektirdikten sonra yürümeye devam ediyoruz. İşte
Roma’nın takma dişleri, düğün pastası adlarıyla anılan Vittorio Emanuele
anıtının önündeyiz. Hava tekrar bulutlanmaya başlıyor ancak pes etmeyip
merdivenlerden tepeye doğru çıkıyoruz. Buradan Colosseum başta olmak üzere,
görülen Roma manzarası yine tarifsiz. Yukarda fotoğraf çektirirken yine yağmura
yakalanmamız sonrasında nereye sığınalım diye düşünürken anıtın içindeki bir
kiliseye düşüyor yolumuz. Klasik tarzdaki bu kiliseye bu kez keşfetmek ve
tanımak amaçlı değil yağmurdan kaçmak aynı zamanda biraz dinlenmek amacıyla
uğramış oluyoruz.
Yağmurun yine hafiflemesi
ardından yeni istikametimiz Via del corso üzerinden İspanyol merdivenleri. Daha
önceki gezimizde İspanyol merdivenlerinin üzerindeki Trinità dei Monti
Kilisesinde tadilat olması sebebiyle atmosferi tam yakalayamamıştık. Her daim
bir kalabalığın olduğu İspanyol merdivenleri Audrey Hepburn’un başrolünde
oynadığı Roma Tatili filmiyle üne kavuşmuş, ünlü dondurma yeme (ve yere atma)
sahnesiyle birlikte herkes bu merdivenlerde elinde dondurmayla fotoğraf
çektirmeye başlamış. Ancak bu iş o kadar çığrından çıkmış olacak ki Roma
belediyesi çöplerle uğraşmaktan bıkmış ve bu civarda dondurma ile dolaşılmayı
yasaklamış. Hatta elinde dondurma ya da herhangi bir yiyecek olan kişilere ceza
kesiliyormuş. Aslına bakarsanız bu merdivenlerin ünlü olmasında gerçekten
filmin büyük etkisi olduğunu düşünüyorum bende. Çünkü önündeki Fontana della
Barcaccia çeşmesi kadar güzel ve etkileyici bir mimarisi olduğunu
söyleyemeyeceğim. Roma’daki bu günümüz yağmur ve soğuk hava şartları nedeniyle
hayli yorucu geçiyor. Kalın giyinmiş olmama rağmen merdivenlerin önüne
geldiğimizde gerçekten üşümüş olduğumu hissediyorum. Ama söylenmek yok yola
devam.
Sırada İtalya’nın en lezzetli
tiramisusunu yaptığı söylenen Pompi var. Pompi’nin İspanyol merdivenlerine
yakın Via della Croce’deki küçük butik pastanesine gidiyoruz. Pastanede sadece
paket servis var. Tiramisular porsiyonluk şekilde paketlenmiş ve günlük olarak
hazırlanıyor. Klasik çeşidinin yanı sıra muzlu-nutellalı, fıstıklı ve çilekli
çeşitleri de mevcut. Ben klasik olanını tercih ettim. Gerçekten çok
lezzetliydi. Bildiğimiz tiramisulara oranla daha yumuşak ve kahve aroması daha
baskındı. Ama gidince yemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Tiramisunun ardından
ısındığımı ve enerjimin yerine geldiğini hissediyorum. Zira hissetmek
zorundayım çünkü istikametimiz Piazza del Popolo. Bu büyük meydana daha önceki
Roma gezim sırasında uğramamış ancak çok güzel olduğunu duymuştum. Gerçekten
ortasındaki dikilitaşı ve simetrik şekilde inşa edilmiş meydandaki kiliseleri
ile görülmeye değer. Villa Borghese’ye gidecekseniz Popolo meydanı buraya çok
yakın. Ancak biz artık havanın kararmaya başlaması ile artık dönüşe geçiyoruz.
Yine Corso üzerinden yürüyerek yol üzerinde Pantheon meydanına da uğrayarak
yemek yiyeceğimiz yere varıyoruz. Otelimize çok yakın Termini bölgesindeki
Mamma Angela’s yemek yiyeceğimiz trattoria. Otele gelip giderken her gün
önünden geçtiğimiz bu şirin restoran biz girdiğimizde nispeten tenha olmasına
rağmen kısa sürede dolmaya başladı ve biz kalkarken ayakta bekleyen insanlar
vardı. Burada İtalyan yemeklerinin her çeşidini bulmanız mümkün. Biz deniz
ürünlü risotto ve marine edilmiş tavuk ızgarada karar kıldık. Lezzetli
seçimlerdi. Garsonların ilgisi, restoranın temizliği ve yemeklerin lezzeti ile
bizden tam puan aldı. Yine şiddetle tavsiye edilir. Ve bu güzel yemeğin
ardından iyice ısınıyor ve artık yorulan ayaklarımızı dinlendirmek ve yeni güne
hazırlanmak için enerji toplamak adına otelime uyumaya çekiliyoruz.
Roma’daki son günümüzde güne
Michelangelo’nun Davut heykeline ev sahipliği yapan San Pietro in Vincoli
kilisesine giderek başlıyoruz.
Bu günü görmediğimiz birkaç yer
dışında serbest gün olarak tayin ettik. Genelde gittiğimiz şehirlerde son günü
serbest bırakır ve gezi boyunca en çok beğendiğimiz ve aklımızda kalan yerleri
tekrar görmek isteriz. Dolayısıyla Roma’da da durum böyle oldu. Neyse ki son
günümüzde hava güzel ve güneşliydi. San Pietro in vincoli kilisesinden
çıktıktan sonra yine her zamanki gibi yürüyerek roma kalıntıları, Vittorio
Emanuele anıtı önünden geçerek Bocca Della Verita(Gerçeğin ağzı)’ya ev
sahipliği yapan 8.yüzyılda yapılmış Santa Maria in Cosmedin kilisesine
gidiyoruz. Bu katolik kilise Roma’daki diğer kiliselerle kıyaslarsak oldukça
eski. Kilisenin mimarisinin yanında bu kiliseyi özel kılan şey ise demin
yukarıda bahsettiğim Bocca Della Verita. Yani Gerçeğin Ağzı olarak
çevirebileceğimiz bir heykel. Yuvarlak bir mermer görünümündeki bu heykelin
ortasında ağzı açık bir erkek yüzü figürü yer alıyor. Ve ağzı açık şekilde
yapılmış bu heykelin ağzına elini sokanların eğer yalan söylüyorlarsa heykelin
ağzının kapandığı ve elinin kesildiği söyleniyor. Bu heykelin ne işe yaradığı
ne için yapıldığı konusunda değişik rivayetler mevcut. Bir yandan 1.yüzyılda
bir çeşme olarak kullanılmak üzere inşa edildiği söylenirken, rögar kapağı
olduğu da söylenceler arasında. Ayrıca Romalıların heykelin üzerindeki erkek
figürünün Tiber nehri tanrısı olduğunu da söylüyorlar. Orta çağdan itibaren
yalan detektörü olarak kullanılan heykelin turistik hale gelmesi yine “Roma Tatili”
filmiyle olmuş. Dolayısıyla ziyarete açık bu kilisenin boş ancak heykelin
önünün turistlerle dolu olduğunu
söyleyebilirim. Kiliseye 1 euro bağış karşılığında fotoğraf çektirmek mümkün.
Kiliseyi gezdikten sonra yine
Tiber nehri kıyısına ulaşıyoruz. Nehir üzerindeki küçük ve şirin Tiber adasını
gördükten sonra yine gezimizin ilk günlerinde çok sevdiğimiz ve tekrar görmek
konusunda hemfikir olduğumuz Trastevere’ye gidiyoruz. Şirin sokaklarında
kaybolduktan sonra yine mahallenin merkezi Santa Maria in Trastevere kilisesine
de ev sahipliği yapan meydanına dinlenmek için uğruyoruz. Cafede portakal
sularımızı içerek bu küçük meydandaki hareketliliği izliyoruz. Bu arada
dinlenmek ve meydanı hafızamıza kaydetmek iyi hoş da bir bardak portakal suyuna
7,5 euro vermek içimize oturuyor.
Ve artık son geziler başlıyor.
Navano meydanı, Pantheon, Campo Di Fiori meydanları da son kez gezilip
hafızamıza kaydedildi. Trevi çeşmesine tekrar Roma’ya gelmek için dilekler
dilendikten ve son pizzamızı da şirin bir restoranda yedikten sonra artık
otelimize dönüşe geçiyoruz. Ama Pantheon’a yakın bir güzergahtaki Giolitti’de
dondurma yemeden otele dönmek olmaz. Ağzımızda Roma dondurmasının eşsiz
lezzetini bırakan Giolitti diğer yediğim tüm dondurmaların tadını damağımdan
silecek kadar lezzetli. Bir daha gitsem hep Giolitti’de yiyeceğim dondurmayı. Dolayısıyla
size benden Roma ile ilgili son tavsiyem de bu olsun.
Roma gezimiz ertesi sabah
sonlanıyor. Dönüş uçağımıza binmek için Termini’den havaalanına giden Terravision
otobüsüne biniyoruz. Roma’ya gelirken bize hiç sorun yaşatmayan Terravision’un
dönüş otobüslerinde karmaşa hakim. Biraz gecikmeli de olsa otobüsümüz kalkıyor.
Allahtan bunu planlayarak erken ayrılmıştık otelden. Havaalanında da karmaşa
olmasına rağmen kolaylıkla buluyoruz kapımızı. Uçak zamanında hareket ediyor ve
artık Roma’ya veda ediyoruz.
Roma gezi yazılarım son bulurken
bu yazımda sıkça sözünü geçirdiğim Roma Tatili filmini görmenizi öneriyorum. Bu
yazının da böylece şarkısı değil filmi olsun ne dersiniz? Yeni bir gezi yazısında buluşmak üzere.
Herkesin yeni yılı kutlu olsun.
2013 bol bol gezdiğimiz, hiç aklımızdan çıkmayacak güzelliklerin yaşandığı yeni
yerler gördüğümüz bir yıl olsun hepimiz için.