13 Ocak 2013 Pazar

Roma 4. ve 5. Gün


Herkese tekrar merhaba. Roma gezisinin son bölümü ile karşınızdayım. Haydi başlıyoruz.

Roma gezimizin 4. Gününü Coloseum ve çevresine ayırdık. Ancak oraya gelene kadar herkes tarafından fazlaca bilinmeyen birkaç farklı yere daha uğradık. Otelden çıkıp yürüyerek Santa Maria Maggiore kilisesine vardık. Bu büyük kilisenin tavan süslemesinde kullanılan altınların Marco Polo tarafından Amerika’dan getirildiği söylenmekteymiş. Bu kilisede dikkatimi çeken şey günah çıkarma odalarının sayısıydı. Hemen her kilisede gördüğümüz günah çıkarma kabinlerinde günah çıkaran insanlara ve içinde bir papazın oturduğuna daha önce hiç şahit olmamıştım. Bu kilisede yaklaşık 10 tane günah çıkarma odası vardı ve yarı yarıya doluydu. Üstelik kabinin meşgul olup olmadığına dair bir kırmızı ışık yanıyordu her kabinin tepesinde. Aynı zamanda kabinlerde her dilde günah çıkarma imkanı tanınmış ve bunu kabinlerin üzerine “bu kabinde İtalyanca, İngilizce/bu kabinde İspanyolca günah çıkarılır” yazan panolarda vardı. 


Bu kiliseden çıkınca şiddetli yağmurun azizliğine uğradık ve yürüyerek planladığımız San Giovanni in Laterano kilisesine şans eseri önümüze çıkan bir otobüse binerek ulaştık. Otobüs bizi kilisenin hemen önüne bırakmıştı. Bu kilise de en az Santa Maria Maggiore kadar ihtişamlı ve büyüktü. Bu heybetli kiliseden çıkınca yağmurun dinip güneşin yüzünü gösterdiğini fark ediyoruz. 
  
İstikamet nihayet Colosseum. Milattan önce inşa edilen ve dünyanın 7 harikasından biri olan Colosseum’a girmek içimizden gelmedi.  Yüzyıllar önce inşa edildiği, içinde ne kanlı mücadelerin geçtiği, gladyatörlerin kanlarının aktığı düşünülünce içeriye girmemek olmaz diye düşünülüyor aslında. Ancak o ruhu hissetmek ve havayı solumak isteyenler için uygun sanırım ama içimden bu tarihi kalıntıları gezmek için para vermek gelmedi doğrusu. Ancak çevresi bile insanı büyülüyor, söylemeden edemeyeceğim.


Roma forumuna da dışarıdan şöyle bir bakıp bol bol fotoğraf çektirdikten sonra yürümeye devam ediyoruz. İşte Roma’nın takma dişleri, düğün pastası adlarıyla anılan Vittorio Emanuele anıtının önündeyiz. Hava tekrar bulutlanmaya başlıyor ancak pes etmeyip merdivenlerden tepeye doğru çıkıyoruz. Buradan Colosseum başta olmak üzere, görülen Roma manzarası yine tarifsiz. Yukarda fotoğraf çektirirken yine yağmura yakalanmamız sonrasında nereye sığınalım diye düşünürken anıtın içindeki bir kiliseye düşüyor yolumuz. Klasik tarzdaki bu kiliseye bu kez keşfetmek ve tanımak amaçlı değil yağmurdan kaçmak aynı zamanda biraz dinlenmek amacıyla uğramış oluyoruz.  


Yağmurun yine hafiflemesi ardından yeni istikametimiz Via del corso üzerinden İspanyol merdivenleri. Daha önceki gezimizde İspanyol merdivenlerinin üzerindeki Trinità dei Monti Kilisesinde tadilat olması sebebiyle atmosferi tam yakalayamamıştık. Her daim bir kalabalığın olduğu İspanyol merdivenleri Audrey Hepburn’un başrolünde oynadığı Roma Tatili filmiyle üne kavuşmuş, ünlü dondurma yeme (ve yere atma) sahnesiyle birlikte herkes bu merdivenlerde elinde dondurmayla fotoğraf çektirmeye başlamış. Ancak bu iş o kadar çığrından çıkmış olacak ki Roma belediyesi çöplerle uğraşmaktan bıkmış ve bu civarda dondurma ile dolaşılmayı yasaklamış. Hatta elinde dondurma ya da herhangi bir yiyecek olan kişilere ceza kesiliyormuş. Aslına bakarsanız bu merdivenlerin ünlü olmasında gerçekten filmin büyük etkisi olduğunu düşünüyorum bende. Çünkü önündeki Fontana della Barcaccia çeşmesi kadar güzel ve etkileyici bir mimarisi olduğunu söyleyemeyeceğim. Roma’daki bu günümüz yağmur ve soğuk hava şartları nedeniyle hayli yorucu geçiyor. Kalın giyinmiş olmama rağmen merdivenlerin önüne geldiğimizde gerçekten üşümüş olduğumu hissediyorum. Ama söylenmek yok yola devam.


Sırada İtalya’nın en lezzetli tiramisusunu yaptığı söylenen Pompi var. Pompi’nin İspanyol merdivenlerine yakın Via della Croce’deki küçük butik pastanesine gidiyoruz. Pastanede sadece paket servis var. Tiramisular porsiyonluk şekilde paketlenmiş ve günlük olarak hazırlanıyor. Klasik çeşidinin yanı sıra muzlu-nutellalı, fıstıklı ve çilekli çeşitleri de mevcut. Ben klasik olanını tercih ettim. Gerçekten çok lezzetliydi. Bildiğimiz tiramisulara oranla daha yumuşak ve kahve aroması daha baskındı. Ama gidince yemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Tiramisunun ardından ısındığımı ve enerjimin yerine geldiğini hissediyorum. Zira hissetmek zorundayım çünkü istikametimiz Piazza del Popolo. Bu büyük meydana daha önceki Roma gezim sırasında uğramamış ancak çok güzel olduğunu duymuştum. Gerçekten ortasındaki dikilitaşı ve simetrik şekilde inşa edilmiş meydandaki kiliseleri ile görülmeye değer. Villa Borghese’ye gidecekseniz Popolo meydanı buraya çok yakın. Ancak biz artık havanın kararmaya başlaması ile artık dönüşe geçiyoruz. Yine Corso üzerinden yürüyerek yol üzerinde Pantheon meydanına da uğrayarak yemek yiyeceğimiz yere varıyoruz. Otelimize çok yakın Termini bölgesindeki Mamma Angela’s yemek yiyeceğimiz trattoria. Otele gelip giderken her gün önünden geçtiğimiz bu şirin restoran biz girdiğimizde nispeten tenha olmasına rağmen kısa sürede dolmaya başladı ve biz kalkarken ayakta bekleyen insanlar vardı. Burada İtalyan yemeklerinin her çeşidini bulmanız mümkün. Biz deniz ürünlü risotto ve marine edilmiş tavuk ızgarada karar kıldık. Lezzetli seçimlerdi. Garsonların ilgisi, restoranın temizliği ve yemeklerin lezzeti ile bizden tam puan aldı. Yine şiddetle tavsiye edilir. Ve bu güzel yemeğin ardından iyice ısınıyor ve artık yorulan ayaklarımızı dinlendirmek ve yeni güne hazırlanmak için enerji toplamak adına otelime uyumaya çekiliyoruz.
Roma’daki son günümüzde güne Michelangelo’nun Davut heykeline ev sahipliği yapan San Pietro in Vincoli kilisesine giderek başlıyoruz. 


Bu günü görmediğimiz birkaç yer dışında serbest gün olarak tayin ettik. Genelde gittiğimiz şehirlerde son günü serbest bırakır ve gezi boyunca en çok beğendiğimiz ve aklımızda kalan yerleri tekrar görmek isteriz. Dolayısıyla Roma’da da durum böyle oldu. Neyse ki son günümüzde hava güzel ve güneşliydi. San Pietro in vincoli kilisesinden çıktıktan sonra yine her zamanki gibi yürüyerek roma kalıntıları, Vittorio Emanuele anıtı önünden geçerek Bocca Della Verita(Gerçeğin ağzı)’ya ev sahipliği yapan 8.yüzyılda yapılmış Santa Maria in Cosmedin kilisesine gidiyoruz. Bu katolik kilise Roma’daki diğer kiliselerle kıyaslarsak oldukça eski. Kilisenin mimarisinin yanında bu kiliseyi özel kılan şey ise demin yukarıda bahsettiğim Bocca Della Verita. Yani Gerçeğin Ağzı olarak çevirebileceğimiz bir heykel. Yuvarlak bir mermer görünümündeki bu heykelin ortasında ağzı açık bir erkek yüzü figürü yer alıyor. Ve ağzı açık şekilde yapılmış bu heykelin ağzına elini sokanların eğer yalan söylüyorlarsa heykelin ağzının kapandığı ve elinin kesildiği söyleniyor. Bu heykelin ne işe yaradığı ne için yapıldığı konusunda değişik rivayetler mevcut. Bir yandan 1.yüzyılda bir çeşme olarak kullanılmak üzere inşa edildiği söylenirken, rögar kapağı olduğu da söylenceler arasında. Ayrıca Romalıların heykelin üzerindeki erkek figürünün Tiber nehri tanrısı olduğunu da söylüyorlar. Orta çağdan itibaren yalan detektörü olarak kullanılan heykelin turistik hale gelmesi yine “Roma Tatili” filmiyle olmuş. Dolayısıyla ziyarete açık bu kilisenin boş ancak heykelin önünün  turistlerle dolu olduğunu söyleyebilirim. Kiliseye 1 euro bağış karşılığında fotoğraf çektirmek mümkün.


Kiliseyi gezdikten sonra yine Tiber nehri kıyısına ulaşıyoruz. Nehir üzerindeki küçük ve şirin Tiber adasını gördükten sonra yine gezimizin ilk günlerinde çok sevdiğimiz ve tekrar görmek konusunda hemfikir olduğumuz Trastevere’ye gidiyoruz. Şirin sokaklarında kaybolduktan sonra yine mahallenin merkezi Santa Maria in Trastevere kilisesine de ev sahipliği yapan meydanına dinlenmek için uğruyoruz. Cafede portakal sularımızı içerek bu küçük meydandaki hareketliliği izliyoruz. Bu arada dinlenmek ve meydanı hafızamıza kaydetmek iyi hoş da bir bardak portakal suyuna 7,5 euro vermek içimize oturuyor.
Ve artık son geziler başlıyor. Navano meydanı, Pantheon, Campo Di Fiori meydanları da son kez gezilip hafızamıza kaydedildi. Trevi çeşmesine tekrar Roma’ya gelmek için dilekler dilendikten ve son pizzamızı da şirin bir restoranda yedikten sonra artık otelimize dönüşe geçiyoruz. Ama Pantheon’a yakın bir güzergahtaki Giolitti’de dondurma yemeden otele dönmek olmaz. Ağzımızda Roma dondurmasının eşsiz lezzetini bırakan Giolitti diğer yediğim tüm dondurmaların tadını damağımdan silecek kadar lezzetli. Bir daha gitsem hep Giolitti’de yiyeceğim dondurmayı. Dolayısıyla size benden Roma ile ilgili son tavsiyem de bu olsun.
Roma gezimiz ertesi sabah sonlanıyor. Dönüş uçağımıza binmek için Termini’den havaalanına giden Terravision otobüsüne biniyoruz. Roma’ya gelirken bize hiç sorun yaşatmayan Terravision’un dönüş otobüslerinde karmaşa hakim. Biraz gecikmeli de olsa otobüsümüz kalkıyor. Allahtan bunu planlayarak erken ayrılmıştık otelden. Havaalanında da karmaşa olmasına rağmen kolaylıkla buluyoruz kapımızı. Uçak zamanında hareket ediyor ve artık Roma’ya veda ediyoruz.
Roma gezi yazılarım son bulurken bu yazımda sıkça sözünü geçirdiğim Roma Tatili filmini görmenizi öneriyorum. Bu yazının da böylece şarkısı değil filmi olsun ne dersiniz?  Yeni bir gezi yazısında buluşmak üzere.


Herkesin yeni yılı kutlu olsun. 2013 bol bol gezdiğimiz, hiç aklımızdan çıkmayacak güzelliklerin yaşandığı yeni yerler gördüğümüz bir yıl olsun hepimiz için.