16 Kasım 2012 Cuma

Roma


Herkese merhabalar,

Bundan böyle gördüğüm yurtiçi, yurtdışı seyahatlerimdeki detayları sizlerle paylaşacağım. Öncelikle bu blogda gidilen şehirlerin turistik mekanlarının yanı sıra daha az kişi tarafından keşfedilen yani daha az popüler olan yerleri de anlatmaya çalışacağım.   

İlk olarak en son yaptığım Roma gezisiyle başlamak istiyorum blog yazılarıma.


Roma’ya bu yılın Kurban bayramında yani Ekim ayının son haftasında gittik. Herhangi bir tur şirketinin hazırladığı bir programla değil, kendi uzun hazırlıklarımız ve araştırmalarımız sonucu bireysel olarak yaptık seyahatimizi. Genelde uçuş saatlerinin gidişte sabah erken saatlerde, dönüşte ise geç saatlerde olmasına dikkat ederim. Gün kaybı olmaması ve gittiğimiz her dakikayı dolu dolu yaşamamızı sağlıyor bu durum. Ancak Roma gezimizin bayram tatilinde gerçekleşmesi nedeniyle uçak fiyatları oldukça pahalıydı. Bizde gün kaybı yaşamayı göze alarak Pegasus’un öğlen saatlerindeki tarifeli bir uçağıyla saat 14:00 civarında Roma Fiumicino havaalanına vardık. Roma havaalanı o kadar eski ki sanki bir Avrupa şehrine değilde 3.dünya ülkesine ayak bastığımızı zannettik. 2006 yılında da Roma’ya gitmiştim. Ancak aradan geçen 6 yılda maalesef Fiumicino havaalanı bir adım ileriye gidememiş. Pasaport kontrolünden hızlıca geçip, bagajlarımızı da aldıktan sonra Roma merkezine nasıl gideceğimize karar verdik. İnternetten bu konuda araştırma yapmıştım. En uygun yol Terravision markasının Roma Termini istasyonuna giden otobüsleri gibi gözüküyordu. Leonardo Express adı verilen 30 dakikada Termini’ye ulaşan hızlı tren de seçeneklerimiz arasındaydı. Ancak trenin kişi başı 14 euro olması nedeniyle daha ucuz olan ancak Termini’ye 1 saatte giden Terravision’da karar kıldık. Kişi başı gidiş 5 euro para verdik bu otobüslere. Otobüslere nerden bilet alınacağı, otobüslerin nerden kalktığı havaalanındaki oklar ve reklamlarla çok net bir şekilde anlaşılıyor. 20 dakikalık bir bekleyişin ardından otobüse bindik ve kapalı bir Roma havasında 45 dakikalık bir yolculuk sonucunda Termini’ye sorunsuzca ulaştık. Genelde havaalanından tek araçla ulaşılabilen bölgelerde otel arayışında oluyorum.Bu durum elimizde bavullarla fazla yürümememizi ve aktarma yapmamasını sağlıyor. Dolayısıyla Roma’nın en büyük ve şehirlerarası seferler yapan tren istasyonu Termini yakınında bir otelde kaldık. Termini’ye 15 dakikalık yürüyüş mesafesinde 3 yıldızlı Des Artistes Hotel oldu bu gezideki tercihimiz. Otelin konumu, kahvaltısı, personeli ve temizliği dört dörtlüktü. Otelde karşılaştığımız en sıra dışı olay bir geceyarısı uykudayken yangın alarmının çalması oldu. Bir türlü susmayan yanlış yangın alarmı tüm otelde kalanları gece gece sokağa döktü. Ve 1 saat boyunca susturamadılar maalesef. Bu otelin tek eksisiydi. Ama herkesin başına gelecek bir durum da değil.
Otele yerleşmemizin ardından saat 17:00 gibi Roma’da ilk günümüzü yaşamak için kendimizi dışarı attık. Mevsim itibariyle 5 günlük gezimiz genelde soğuk ve yer yer yağmurlu geçti. İlk günümüzde işte böyle yağmurlu bir gündü. Genelde gezmeye gittiğimiz şehirlerde o şehrin en önemli ve en turistik yerini görerek geziye başlarız. Tahmin edebileceğiniz gibi ilk uğradığımız nokta Fontana Di Trevi nam-ı diğer Aşk çeşmesi oldu. Herhalde bundan 6 yıl önceki gezimde o kadar içten dileyerek parayı atmışım ki havuza tekrar gelmek kısmet oldu Roma’ya. Ancak bir önceki gezimi yaz sezonunda yani şimdiki mevsime göre daha turistik bir sezonda yapmama rağmen ben aşk çeşmesi etrafında bu kadar kalabalık görmemiştim. Çeşmeye gittiğimizde hava kararmak üzere olmasına rağmen havuzun kenarı, çevresi kısacası her metrekaresi insanlar tarafından kuşatılmıştı. Bulduğum ufak bir boşluktan paramı atarak dileklerimi tuttum. Aşk çeşmesinin etrafı o kadar kalabalık ki çekilen fotoğraflarda tanımadığınız başka bir kişiyle aynı kareye girmemeniz neredeyse imkansız. Bayram olması sebebiyle çevrede çılgın gibi türk var aynı zamanda.  Ancak yine de buranın büyülü havasını derin bir soluk alarak içime çekiyorum tekrar burada olduğuma şükrediyorum. 



  

Akşam yemeği için yer arayışına girişiyoruz. Malum Pegasus havayollarında yiyecek içecek parayla satılıyor ve biz bunun için para harcamak istemiyoruz. Bu nedenle sabahtan beri su, sandviç ve bisküvi ile günü geçirdiğimizi söyleyebilirim. Artık güzel bir yemek zamanı diyerek Trevi çeşmesi civarında bir restoran bulma arayışına başlıyoruz. Gezi hazırlıklarım süresince gittiğim yerlerdeki iyi restoran, cafe ve fırınları araştırmaya çok önem veriyorum. Ancak İtalya’da restoranların pek çoğu öğlen servisi verip saat 15:00’te dükkanları kapatıp akşam servisi için 19:00’da yeniden açıyorlar. Dolayısıyla bu gezimizde her zaman planladığımız yerlerde yemeğimizi yiyemedik. Trevi’nin karşı sokağında cafe ve restoranlar turistik bir yer olduğu için sürekli açık. Tabi bu durum da kaliteli bir yemek bulmak konusunda sıkıntı yaşanabileceğini ve yemeklerin sıradan olabileceğini düşündürüyor. Kısa bir yürüyüş sonucunda Via del Lavatore üzerinde Al Picchio’ya giriyoruz. Ufak odalardan oluşan şirin ve temiz bir restoran burası. Dört peynirli pizza, Caprese pizza ve Domates soslu gnocchi makarnalarımız ilk günün yorgunluğu ve açlıktan mıdır nedir bilmem çok lezzetli geldi. 

 Yemekten sonra yine Trevi’ye yakın Via della Panetteria’daki  San Crispino’da dondurmalarımızı yiyoruz. San Crispino’nun çok küçük bir tabelası var. Eğer dikkatli bakmazsanız gözünüze çarpmayabilir. Dondurmaları sadece kupta servis ediliyor. Ve 3 boyu var. En büyüğüne 3, orta boyuna 2, en küçük kupada 1 top dondurma koydurabiliyorsunuz. O kadar çok seçenek var ki seçmek çok zor. Ben daha önce ki araştırmalarım sonucu San Crispino’nun ballı dondurmasının meşhur olduğunu öğreniyorum. 1 top ballı bir top ta stracciatella denen çikolata parçacıklı vanilyalı dondurma alarak yürüyerek keşfimize devam ediyoruz. San Crispino’da yediğim dondurmanın çok da lezzetli olduğunu söyleyemeyeceğim. Güzeldi ancak daha güzellerini İstanbul’da yedim yani. 

Saat geç olmaya başladı ortalık iyice hareketleniyor ancak hava da serinlemeye başladı. Ufak ufak da yağmur çiseliyor. Ve biz yavaştan otele doğru seyirtiyoruz. Yağmur hızını arttırmaya başlamışken geldiğimiz istikametle aynı şekilde Via Barberini ve Piazza Repubblica’dan geçerek yürüyoruz. Gündüz Fontana Di Trevi’ye doğru yürürken Repubblica’da,  Space Cinema Moderno binasında büyük SKYFALL afişleri ve büyük ışıklandırmalar dikkatimizi çekmişti. Filmin galası olabileceğini düşünmüştük. Dönüşte “bir bakalım neymiş?” diyerek yönümüzü sinema binasına çeviriyoruz. Yağmur iyice şiddetini arttırmış, dolayısıyla kırmızı halıdakileri görmek isteyenlerin sayısı çok da fazla değil. Bizde zaten “şöyle bir bakalım, kırmızı halıyı görmekten de kusur kalmayalım” diye çok hevesli olmasak da uğramıştık diye bakınırken bir anda bir araba yanaşıyor deli gibi flaşlar patlıyor ve o da ne “Daniel Craig” kırmızı halıda. Skyfall filminin galasına katılan başrol oyuncusu Daniel Craig sadece birkaç adım ötemizde. Derken Daniel Craig bizlere doğru yaklaşıyor ve imza veriyor, fotoğraf çektiriyor. Bu bir rüya olmalı, bir Hollywood yıldızıyla aramızda yarım metre var yok o kadar yakınız! Bu büyük rastlantı gezimizin ilk gününde yüzümüzü fazlasıyla güldürüyor ve Roma’daki ilk günümüzde bize kocaman bir hoş geldin hediyesi veriyor. Ve asla unutulmayacak bir gezi olarak hafızalarımızda yer ediyor. Bu hoş olayla ilk günümüz noktalanıyor.


 

Roma gezimi unutulmaz kılmak adına Adele'in film için söylediği mükemmel ötesi James Bond şarkısı Skyfall huzurlarınızda.


Roma gezimizin devamı en kısa zamanda gelecek.      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder