Herkese merhabalar,
Bundan böyle gördüğüm yurtiçi, yurtdışı seyahatlerimdeki
detayları sizlerle paylaşacağım. Öncelikle bu blogda gidilen şehirlerin
turistik mekanlarının yanı sıra daha az kişi tarafından keşfedilen yani daha az
popüler olan yerleri de anlatmaya çalışacağım.
İlk olarak en son yaptığım Roma gezisiyle başlamak istiyorum
blog yazılarıma.
Roma’ya bu yılın Kurban bayramında yani Ekim ayının son
haftasında gittik. Herhangi bir tur şirketinin hazırladığı bir programla değil,
kendi uzun hazırlıklarımız ve araştırmalarımız sonucu bireysel olarak yaptık
seyahatimizi. Genelde uçuş saatlerinin gidişte sabah erken saatlerde, dönüşte
ise geç saatlerde olmasına dikkat ederim. Gün kaybı olmaması ve gittiğimiz her
dakikayı dolu dolu yaşamamızı sağlıyor bu durum. Ancak Roma gezimizin bayram
tatilinde gerçekleşmesi nedeniyle uçak fiyatları oldukça pahalıydı. Bizde gün
kaybı yaşamayı göze alarak Pegasus’un öğlen saatlerindeki tarifeli bir uçağıyla
saat 14:00 civarında Roma Fiumicino havaalanına vardık. Roma havaalanı o kadar
eski ki sanki bir Avrupa şehrine değilde 3.dünya ülkesine ayak bastığımızı
zannettik. 2006 yılında da Roma’ya gitmiştim. Ancak aradan geçen 6 yılda
maalesef Fiumicino havaalanı bir adım ileriye gidememiş. Pasaport kontrolünden
hızlıca geçip, bagajlarımızı da aldıktan sonra Roma merkezine nasıl
gideceğimize karar verdik. İnternetten bu konuda araştırma yapmıştım. En uygun
yol Terravision markasının Roma Termini istasyonuna giden otobüsleri gibi
gözüküyordu. Leonardo Express adı verilen 30 dakikada Termini’ye ulaşan hızlı
tren de seçeneklerimiz arasındaydı. Ancak trenin kişi başı 14 euro olması
nedeniyle daha ucuz olan ancak Termini’ye 1 saatte giden Terravision’da karar
kıldık. Kişi başı gidiş 5 euro para verdik bu otobüslere. Otobüslere nerden
bilet alınacağı, otobüslerin nerden kalktığı havaalanındaki oklar ve
reklamlarla çok net bir şekilde anlaşılıyor. 20 dakikalık bir bekleyişin
ardından otobüse bindik ve kapalı bir Roma havasında 45 dakikalık bir yolculuk
sonucunda Termini’ye sorunsuzca ulaştık. Genelde havaalanından tek araçla
ulaşılabilen bölgelerde otel arayışında oluyorum.Bu durum elimizde bavullarla
fazla yürümememizi ve aktarma yapmamasını sağlıyor. Dolayısıyla Roma’nın en
büyük ve şehirlerarası seferler yapan tren istasyonu Termini yakınında bir
otelde kaldık. Termini’ye 15 dakikalık yürüyüş mesafesinde 3 yıldızlı Des
Artistes Hotel oldu bu gezideki tercihimiz. Otelin konumu, kahvaltısı,
personeli ve temizliği dört dörtlüktü. Otelde karşılaştığımız en sıra dışı olay
bir geceyarısı uykudayken yangın alarmının çalması oldu. Bir türlü susmayan
yanlış yangın alarmı tüm otelde kalanları gece gece sokağa döktü. Ve 1 saat
boyunca susturamadılar maalesef. Bu otelin tek eksisiydi. Ama herkesin başına
gelecek bir durum da değil.
Otele yerleşmemizin ardından saat 17:00 gibi Roma’da ilk
günümüzü yaşamak için kendimizi dışarı attık. Mevsim itibariyle 5 günlük
gezimiz genelde soğuk ve yer yer yağmurlu geçti. İlk günümüzde işte böyle
yağmurlu bir gündü. Genelde gezmeye gittiğimiz şehirlerde o şehrin en önemli ve
en turistik yerini görerek geziye başlarız. Tahmin edebileceğiniz gibi ilk
uğradığımız nokta Fontana Di Trevi nam-ı diğer Aşk çeşmesi oldu. Herhalde
bundan 6 yıl önceki gezimde o kadar içten dileyerek parayı atmışım ki havuza
tekrar gelmek kısmet oldu Roma’ya. Ancak bir önceki gezimi yaz sezonunda yani
şimdiki mevsime göre daha turistik bir sezonda yapmama rağmen ben aşk çeşmesi
etrafında bu kadar kalabalık görmemiştim. Çeşmeye gittiğimizde hava kararmak
üzere olmasına rağmen havuzun kenarı, çevresi kısacası her metrekaresi insanlar
tarafından kuşatılmıştı. Bulduğum ufak bir boşluktan paramı atarak dileklerimi
tuttum. Aşk çeşmesinin etrafı o kadar kalabalık ki çekilen fotoğraflarda
tanımadığınız başka bir kişiyle aynı kareye girmemeniz neredeyse imkansız.
Bayram olması sebebiyle çevrede çılgın gibi türk var aynı zamanda. Ancak
yine de buranın büyülü havasını derin bir soluk alarak içime çekiyorum tekrar
burada olduğuma şükrediyorum.
Akşam yemeği için yer arayışına girişiyoruz. Malum Pegasus
havayollarında yiyecek içecek parayla satılıyor ve biz bunun için para harcamak
istemiyoruz. Bu nedenle sabahtan beri su, sandviç ve bisküvi ile günü
geçirdiğimizi söyleyebilirim. Artık güzel bir yemek zamanı diyerek Trevi
çeşmesi civarında bir restoran bulma arayışına başlıyoruz. Gezi hazırlıklarım
süresince gittiğim yerlerdeki iyi restoran, cafe ve fırınları araştırmaya çok
önem veriyorum. Ancak İtalya’da restoranların pek çoğu öğlen servisi verip saat
15:00’te dükkanları kapatıp akşam servisi için 19:00’da yeniden açıyorlar.
Dolayısıyla bu gezimizde her zaman planladığımız yerlerde yemeğimizi yiyemedik.
Trevi’nin karşı sokağında cafe ve restoranlar turistik bir yer olduğu için
sürekli açık. Tabi bu durum da kaliteli bir yemek bulmak konusunda sıkıntı
yaşanabileceğini ve yemeklerin sıradan olabileceğini düşündürüyor. Kısa bir
yürüyüş sonucunda Via del Lavatore üzerinde Al Picchio’ya giriyoruz. Ufak
odalardan oluşan şirin ve temiz bir restoran burası. Dört peynirli pizza,
Caprese pizza ve Domates soslu gnocchi makarnalarımız ilk günün yorgunluğu ve
açlıktan mıdır nedir bilmem çok lezzetli geldi.
Yemekten sonra yine Trevi’ye yakın Via della
Panetteria’daki San Crispino’da dondurmalarımızı yiyoruz. San
Crispino’nun çok küçük bir tabelası var. Eğer dikkatli bakmazsanız gözünüze
çarpmayabilir. Dondurmaları sadece kupta servis ediliyor. Ve 3 boyu var. En büyüğüne
3, orta boyuna 2, en küçük kupada 1 top dondurma koydurabiliyorsunuz. O kadar
çok seçenek var ki seçmek çok zor. Ben daha önce ki araştırmalarım sonucu San
Crispino’nun ballı dondurmasının meşhur olduğunu öğreniyorum. 1 top ballı bir
top ta stracciatella denen çikolata parçacıklı vanilyalı dondurma alarak
yürüyerek keşfimize devam ediyoruz. San Crispino’da yediğim dondurmanın çok da
lezzetli olduğunu söyleyemeyeceğim. Güzeldi ancak daha güzellerini İstanbul’da
yedim yani.
Saat geç olmaya başladı ortalık iyice hareketleniyor ancak
hava da serinlemeye başladı. Ufak ufak da yağmur çiseliyor. Ve biz yavaştan
otele doğru seyirtiyoruz. Yağmur hızını arttırmaya başlamışken geldiğimiz
istikametle aynı şekilde Via Barberini ve Piazza Repubblica’dan geçerek yürüyoruz.
Gündüz Fontana Di Trevi’ye doğru yürürken Repubblica’da, Space Cinema
Moderno binasında büyük SKYFALL afişleri ve büyük ışıklandırmalar dikkatimizi
çekmişti. Filmin galası olabileceğini düşünmüştük. Dönüşte “bir bakalım
neymiş?” diyerek yönümüzü sinema binasına çeviriyoruz. Yağmur iyice şiddetini
arttırmış, dolayısıyla kırmızı halıdakileri görmek isteyenlerin sayısı çok da
fazla değil. Bizde zaten “şöyle bir bakalım, kırmızı halıyı görmekten de kusur
kalmayalım” diye çok hevesli olmasak da uğramıştık diye bakınırken bir anda bir
araba yanaşıyor deli gibi flaşlar patlıyor ve o da ne “Daniel Craig” kırmızı
halıda. Skyfall filminin galasına katılan başrol oyuncusu Daniel Craig sadece
birkaç adım ötemizde. Derken Daniel Craig bizlere doğru yaklaşıyor ve imza
veriyor, fotoğraf çektiriyor. Bu bir rüya olmalı, bir Hollywood yıldızıyla
aramızda yarım metre var yok o kadar yakınız! Bu büyük rastlantı gezimizin ilk
gününde yüzümüzü fazlasıyla güldürüyor ve Roma’daki ilk günümüzde bize kocaman
bir hoş geldin hediyesi veriyor. Ve asla unutulmayacak bir gezi olarak
hafızalarımızda yer ediyor. Bu hoş olayla ilk günümüz noktalanıyor.
Roma gezimi unutulmaz kılmak adına Adele'in film için
söylediği mükemmel ötesi James Bond şarkısı Skyfall huzurlarınızda.
Roma gezimizin devamı en kısa zamanda gelecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder