Roma gezisi ayrıntılarına uzun bir aradan sonra son sürat
devam ediyorum. Roma’da 2.günümüz serin ama güneşli bir günde başladı. Sabah
sokakları arşınlamadan Vatikan’ı ziyaret ettik. 1,5 saat kuyruk beklememizin
ardından St.Pietro Bazilikasına girebildik. Ziyaret günümüzün hafta sonu
olmasından ötürü çok fazla italyanda vardı kuyrukta. Bu arada sıra beklerken
çok komik bir şekilde sıraya kaynak olma tekniklerine rast geldik. Sıraya
kaynak olmaya çalışanlar haritaya bakarmış gibi yaparak, ya da birbirlerine bir
şeyler anlatıp bir yandan yavaş yavaş aralara sokuluyorlardı. Allahtan
kuyruktaki insanlar bu kişileri hiç affetmiyor ve sıraya kaynak yapma olayı
böylece engelleniyordu. Sürekli bir hareketliliğin olduğu Vatikanda meydanda
bulunan Bernini eseri olan dikilitaş ve çeşmelerde göz alıcı. Şimdi buradan uzun uzadıya anlatmayacağım ama
biliyorsunuz ücretsiz olarak gezilebilen bazilikanın içine açık kıyafetlerle, şortla,
kolsuz kıyafetlerle girmek yasak. Dolayısıyla kapıda sıkı bir güvenlik var.
İçeri girdikten sonra Hristiyanlığın en büyük bu kilisesinden etkilenmemek
imkansız.
İçerisinin kalabalık olması, Michelangelo’nun muhteşem eseri
Pieta’nın önünde sürekli bir kalabalığın oluşu insanı biraz daraltsa da
görmeden dönülmemesi gerekiyor.
Ancak bana göre eğer St.Pietro’yu ziyaret edecekseniz
kubbeye çıkmadan buradan ayrılırsanız Vatikan’ı tam gezmiş sayılmazsınız. 320
basamak merdivenle çıkılan Cupola’ya, belli bir noktaya kadar eğer asansörle
çıkarsanız 7, “ben 320 basamağı da bizzat kendim çıkarım” diyorsanız 6 euro
ödeyerek girebiliyorsunuz. Gittikçe daralan, yer yer eğilmeniz gereken yer yer
dönerek çıkılan merdivenleri kalp sorunu ve klostrofobisi olmayanlara tavsiye
ederim. Değişik bir deneyim. Ancak tepedeki manzarayı tarif etmek imkansız. Vatikan
meydanı, Castel Sant’Angelo başta olmak
üzere Pantheon,Vittorio Emanuele anıtı ve muhteşem Roma manzarası ayaklarınız
altında. 320 basamaklık yorgunluğa değer.
Vatikan’dan çıktıktan sonra cafelerin olduğu hareketli sokaklardan
yürüyerek Castel Sant’Angelo’ya varıyoruz.
Çok fazla kuyruğun olmadığı Castel Sant’Angelo’ya 8 euro ödeyerek içeri
giriyoruz. Roma imparatoru Hadrian tarafından kendisine ve ailesine anıt mezar
olarak yaptırılan nam-diğer melekler kalesi Vatikan’ın hemen yanı başında olup
Vatikan ile arasında gizli geçitler bulunmaktadır. Melekler ve Şeytanlar
kitabına da konu olan kaleden de Roma’nın eşsiz manzarasını izlemek mümkün.
Castel Sant’Angelo’yu gezdikten sonra köprünün üzerinden
geçerek Tiber nehri boyunca yürüdük. Ponte Castel Sant’Angelo’dan Ponte Sisto
istikametine giden bu yol size doyumsuz manzaralar sunuyor. Yürüyüş parkurunuza
eklemenizi öneririm.
Yeni istikametimiz Trastevere. Trastevere yerel Romalıların
uğrak yeri olan şirin bir semt. Dar sokakları, uygun fiyatlı trattoriaları ve
yine gezilesi Santa Maria in Trastevere meydanı ve kilisesi ile ruhunu
yitirmemiş bir semt burası. Yemeğimizi yine araştırmalarım sonucunda Roma’nın
en iyi pizzalarını yapan yerlerden biri olarak gösterilen Dar Poeta’da yedik.
Normalde akşam saatlerinde çok kalabalık olduğu söylenen bu restaurant
gittiğimiz saatte oldukça tenhaydı. İlk gün yediğimiz pizzaya göre kalın
hamurlu olan pizzası damağımızda açıkçası fazla bir tat bırakmadı. Üstelik
fazlasıyla salaş bir mekan olmasına rağmen fiyatlar da ucuz sayılmazdı.
Trastevere’deki gezimizin ardından yürüyerek ışıklandırılımış Vittorio Emanuele
anıtının da önünden geçerek Termini’deki otelimize döndük.
Roma gezimizin en uzun yürüyüşünü bu gün yaptık. Genelde her
türlü yurtiçi ve yurt dışı gezimizde yürümek tercihimiz oluyor. Bu sayede yol
üzerindeki detayları da atlamamış oluyoruz.
Ertesi gün gezimizin 3.gününde Vatikan müzesi ve Sistine
şapelini gezmeyi kafamıza koymuştuk. Her ayın son pazarı ücretsiz ziyaret
edilebileceğini öğrendiğimiz müze için erkenden yola çıktık. İlk gün Vatikan’a
otobüsle gitmiştik.
Bu arada bir dipnot: Otobüs, metro gibi ulaşım araçlarına
binmek için gerekli olan bilet fiyatı 1,5 euro. Bir bilet 75 dakika boyunca
geçerli. Otobüslerde küçük bir sarı makine var, biletleri oraya sokup
onaylatmak gerekiyor. Ancak gezimiz boyunca otobüslerde hiç kimsenin bu
makineye bilet soktuğunu görmedik. Hatta biletlerinin bile olduğuna emin değilim.
Biletsiz yakalanırsan cezası olduğu söyleniyor ancak otobüste öyle bir
uygulamanın olmadığını düşünüyorum. Çünkü binenler gayet rahat. Biletle falan
uğraşan yok. Uzun lafın kısası Roma’da otobüsle ulaşım cesareti olanlara
ücretsiz diyebiliriz. Metro bu açıdan daha planlı ve düzgün çalışıyor. İstanbul
metrosu gibi az hattı olan metro istasyonlarında uzun yollar yürüyüp bir sürü
merdiven inip çıkıyorsunuz. Dolayısıyla çok uzak mesafeler arasında
gitmeyecekseniz 1-2 durak için metroya binmenizi tavsiye etmem.
Termini ve Vatikan müzesi arası yürümek bugün için vakit
kaybı olacağından biz de bugün için metro ile gitmeyi tercih ettik. Metrodan
indikten sonra Vatikan müzesi kuyruğu nerdeyse metro çıkışından başlıyordu.
Bugün ücretsiz ziyaret edildiği için kuyruk olacağını tahmin etmiştik ama bu
kadarını beklemiyorduk. Ancak kuyruk tahmin ettiğimizden daha hızlı ilerliyordu
ve yine 1,5 saat beklemenin ardından içeri girebildik. Buraya giriş kuyruğunda
da dün St.Pietro’ya girerken olduğu gibi kaynak olayı çok yoğundu. Ancak yine
bir şekilde kaynakçıların önümüze geçmesine engel olmayı başardık.
Normal giriş 18 euro
olan müze ücreti ayın son pazarına denk gelmemiz sayesinde bedavaydı. Bu büyük
fırsatı değerlendirerek gezdiğimiz Vatikan müzesi çok etkileyiciydi. Özellikle
Raphael’in yaptığı tablolar ve Michelangelo’nun eserleri ile dolu Sistine
şapeli.
Gerçek bir sanat
aşığı değilseniz bile Raphael’in odaları ve Sistine şapel’deki Michelangelo’nun
“Ahiret günü” ve “Adem’in yaradılışı” görmeye değer. Sistine şapele girer
girmez nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Hele Michelangelo’nun “Ahiret Günü”
tablosunu 7 sene tek başına uğraşıp kimsenin el sürmesine izin vermediğini
öğrenince yağlıboya duvar resmine gerçekten hayran kalıyorsunuz. Hikayeye göre
Michelangelo bu resme o kadar önem veriyormuş ve sır gibi saklıyormuş ki
papanın bile odaya girip bitmemiş esere göz atmasına izin vermemiş hatta bir
gün odaya girdiği için adamcağızın kafasına yağlı boya fırçasını fırlatmış.
Hikaye ne kadar doğru bilmem ama Michelangelo’nun uğraştığı kadar var. Sistine
şapele bizim gibi ücretsiz girme şansını elde edemeseniz bile 18 Euro ödeyip
girmeye değer. Şiddetle tavsiye ediyorum.
Müzeden çıktıktan sonra gezimize meydanlarla devam edelim
dedik. İlk önce Navano meydanı ile meydanların açılışını yaptık. Navano meydanı
3 adet çeşmeye sahip Roma’nın en meşhur ve en büyük meydanıdır. Bernini’nin 4
nehir çeşmesi meydandaki en ünlü çeşme olup ismini Nil, Tuna, Ganj ve Rio de la
Plata nehirlerinden alır. Bu nehirlerin hepsi farklı kıtalarda olduğundan hepsi
aynı zamanda kendi bulunduğu kıtayı temsil eder.
Benim Roma’daki meydanlar içinde tercihim beni en çok
etkileyen meydan Pantheon olmasına rağmen Navano her bütçeye uygun kafe ve restoranlarla
daha çok rağbet görüyor. Aynı zamanda meydanda çok fazla sokak sanatçısının
olması meydanı her daim canlı kılıyor. Burada sokak sanatçıları ve ressamları
izledikten, meydanda çeşme etrafında fotoğraf çektikten sonra meydanın en
önemli barok eserlerinden olan Sant’Agnese in Agone kilisesine girdik.
Roma’daki her kilisenin özgün bir mimarisi var. Dolayısıyla hiçbirinden
etkilenmemek mümkün değil. Avrupa’da sanırım en çok kilise ziyaretini bu şehirde
gerçekleştirdim. Artık bir noktadan sonra girdiğimiz kilise sayısını unutmaya
ve hepsini birbirine karıştırmaya başladık. Bunun sebebi de kiliselere bu
gezide dinlenme, ısınma ve yağmurdan kaçma amacıyla girmemiz oldu. Navano
meydanının ara sokaklarına dalarak yine internet araştırmam ve kardeşimin
interrail gezisinde deneyip onayladığı ve tavsiye ettiği Navano Notte’yi
bulduk. Navano Notte meydana yakın çok şirin bir ristorante idi. Makarna
çeşitlerinden, pizzaya kadar her zevke uygun İtalyan yemeklerinin olduğu bu
lokantada 4 peynirli makarna, lazanya ve salata yedik. Hepsi çok lezizdi.
Dolayısıyla kesinlikle tavsiye ediyorum. Yemeğin ardından dondurma yemezsem
olmaz. Soluğu meydandaki Grom’da aldım.
Tiramisu ve vanilyalı 2 top kupta dondurmam San Crispino’ya göre çok
daha başarılıydı. Ardından Navano meydanı’na yakın istikametteki Pantheon
meydanının yolunu tuttuk. İki meydan arası benim Roma’daki en beğendiğim
kiliselerden San Luigi Dei Francesi’ye girdik.
Kilise Caravaggio tabloları ile oldukça ünlü. Kiliselerin
hepsinin halka açık ve ücretsiz olmasının sanatın daha çok insana ulaşması
adına çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanları gezmeye ve öğrenmeye
daha çok teşvik ediyor. Neyse biz konumuza dönelim. Kilise molamızın ardından
Pantheon’a varıyoruz.
Daha öncede dediğim gibi Pantheon beni gördüğüm anda
büyülüyor. Antik Roma’da tapınak olarak inşa edilen Pantheon sonradan kilise
olarak kullanılmaya başlanmış olup şimdi Raphael ve Vittorio Emanuele’in
mezarlarına ev sahipliği yapıyor. Pantheon’un devasa tepesi açık kubbesi
söylenenlere göre kışın lapa lapa yağan karla büyüleyici bir atmosfere
dönüşüyormuş. Pantheon’un içi her daim çok kalabalık ve bu nedenle gürültü
eksik olmuyor. Görevlilerin mikrofonla İtalyanca ve İspanyolca olarak sessiz
olun uyarısına aldırmayan turistlere “hişşşşşt” diyerek uyarması ise gerçekten
çok komikti. Bu durum bana lisedeyken derste bir öğretmenimin sınıfa sürekli
sessiz olun uyarısı yapması ardından kimsenin aldırmaması üzerine bir anda
dayanamayıp bağırarak ve elindeki cetveli masaya vurarak tepki vermesini ve hepimizin
bir anda mum gibi olmasını hatırlattı. Pantheon’da da durum aynen böyleydi ve
“hişşşşt” uyarısı turist kalabalığı üzerinde daha etkili oldu. Yazdıkça
anlıyorum ki galiba en fazla kilise gezmesini bugün gerçekleştirmişiz. Çünkü
sırada Sant’Ignazio di Loyola kilisesi var.
Bu kilise diğerlerine göre oldukça büyük ve tavandaki
süslemeler enfesti. Bana Sistine şapelin tavan süslerini hatırlattı. Aynı
zamanda kilisenin tepesine kubbe yerine tavana göz yanıltıcı bir perspektif
kullanılarak kubbe resmi yapılmış olması da gerçekten ilgi çekici ve görülmeye
değer. Aynı zamanda bu kilisede bir opera sanatçısının kilise orgu eşliğindeki
konserine denk gelmemiz kilisenin ihtişamını daha da arttırdı. Hava kararmaya
başlıyor dolu dolu geçen bir günümüzde artık yavaş yavaş sona eriyor. Hadrianus
tapınağı önünden geçerek bugünün son fotoğraflarını da çekerek yorgun ama mutlu
olarak otelimizin yolunu tutuyoruz.
Bu yazının müziği de gördüğümüz usta ellerden çıkan yüzlerce
yıllık sanat eserlerine ithafen Madonna’dan Masterpiece.
Roma son bölüm yazısı da yakında geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder